Merkez Bankası'nın Açıklaması Hakkında

Ekonomi Notları
-
Aa
+
a
a
a

Ömer Madra: Gerilimin olağanüstü yükseldiği bir ortamda biz gayet teknik şeyler konuşmaya çalışacağız. Merkez Bankası'nın hükümete yönelik verdiği brifing denebilecek, etraflı bir açıklama Merkez Bankası web sitesinde de yayınlandı. Özellikle bir bölümü üzerinde, şirketlerin döviz borçlanmaları üzerinde biraz konuşalım demiştik.

 

Hasan Ersel: Evet bu doküman, hem dünyada olanları topluyor hem Türkiye ile ilgili görüşlerini topluyor, çok güzel hazırlanmış. Niye bu konuyla ilgileniyoruz? Dünyada çalkantı ötesi bir olay var, hatta çok korkutucu da olabileceğinden de söz edilmişti, "büyük bir krize yol açabilir" denmişti; öyle olmadı, ama dünya mali sistemini sarsan boyutta bir olay yaşadık Amerika kökenli olarak. Bu, Türkiye üzerinde ne etki yaratır diye çeşitli kanallara bakıyoruz; mesela dünyanın büyüme hızı düşerse, bizim ihracat yaptığımız ülkelerdeki büyüme hızı düşerse, bizim belki ihracatımızın düşeceği akla ilk gelebilen bir nokta. Daha önemli gözükeni, dünya mali sistemi sarsıldığı için, dünyadan kaynak temininde zorluk çekebiliriz bir dereceye kadar, onu anlamaya çalışıyoruz. Peki bizim ne kadar kaynağa ihtiyacımız var, kimin ne kadar kaynağa ihtiyacı var? Gördük ki, böyle uzunca bir zamandır Türkiye'de kamu kesimi hem dış hem iç borcunu düşürüyor, ayrıca zaten kamu kesiminin dış borcu Türkiye için riskli bir kalem değil, hem uzun vadeli hem faizi düşük. Yani orada pek bir sorun yok, fakat özel sektörün borcu artıyor. Bunda da bir ara öncülük bankalardaydı, bankalar borçlanabiliyordu, itibarları yüksekti o yüzden. Bankalar da o kadar borçlanmıyor ya da bankalar makul miktarda borçlanıyor, fakat bilançolarının yapısı uygun, yani döviz cinsinden bir borç bulduğu zaman döviz cinsinden de varlık üretiyor büyük ölçüde. O yüzden kurdaki bir oynama vs. bankaları çok kötü yönde etkileyecek durumda değil. Onu da anladık, o zaman dönüp bakıyoruz reel sektör dediğimiz, şirketler, ticaret sanayi, bu gibi faaliyetlerde bulunan şirketlerin mali yapıları nasıl diye? Merkez Bankası bu konuda bir bilgi veriyor. Tabii şirketlerin de bilançolarında yükümlülükleri olabilir döviz cinsinden, bir de varlıkları da olabilir döviz cinsinden, ihracat yapmıştır para gelecektir vs. onlara beraber bakmak lazım. Buna bakınca ilginç bir şey çıkıyor ortaya; bütün rakamları verip rahatsız etmeyeyim, ama 2005'in son çeyreğinde bizim şirketler kesiminin 77 milyar dolarlık yükümlülüğü varmış, 50 milyar dolarlık da varlığı varmış yabancı para cinsinden. Yükümlülüğünün varlığına oranına bakarsanız, 1.54 gibi bir rakam çıkıyor, 1.5 gibi. Arada bakıyorsunuz devamlı olarak yabancı para cinsinden yükümlülükler yükselmiş, varlıklar ise çok daha az artmış. Mesela 2007'nin ikinci çeyreğine geldiğimiz zaman -daha sonraki dönemin verileri yok- şirketler kesiminin varlıkları 50'den 72 milyar dolara çıkmış, ama yükümlülükleri 77 milyar dolardan 123 milyar dolara çıkmış. Böylelikle bu oran da 1.70 olmuş, yani 1.50'den başlayan oran 1.70'e çıkmış. Bu dikkat edilmesi gereken bir olay. Bizim şirketler kesiminin "net yabancı para pozisyonu" diyeceğimiz gösterge bozuluyor, yükümlülükler daha hızlı artıyor. "Bu olay tehlikeli bir şey mi değil mi?" diye sorabiliriz, acaba çok mu az mı? Yine aynı dokümanda Latin Amerika ülkelerinin ortalamasıyla Türkiye'deki reel sektörün borç dolarizasyonunu karşılaştırıyor, o ortalamaya göre biz neredeyiz diye bakıyor. 2005 yılı rakamını almış ülkelerin, bir fikir vermek üzere. Türkiye epeyce üstünde, bu önemli bir olay. Bunu oturup düşünmek lazım, çünkü niye bu şirketler gidip dolar cinsinden borç alıyorlar? Bu sorunun arkasında şöyle bir durum olabilir; dolara ihtiyaçları var, tamam da niye ihtiyacı olabilir bir şirketin dolara? Diyelim ki makine alacaktır yurtdışından veya ara malı ithal edecektir, bu işin bir kısmı olabilir. Fakat olay bunu aşmış gibi görünüyor, öyle gözüküyor ki, şirketler kesiminin finansman gereğini içeriden makul fiyatla, ucuz fiyatla karşılayamıyoruz, yani mali sistemimizin gücü buna yetmiyor. Bu nedenle şirketler dövize ihtiyacı olduklarından dolayı değil, fakat mali kaynağı ucuz şekilde temin etmenin yolu olarak gördükleri için döviz cinsinden borçlanıyorlar. Bu nokta üzerinde düşünmemiz ve bunu nasıl değiştirebileceğimiz, değiştirip değiştiremeyeceğimiz üzerinde kafa yormamız lazım. Çünkü eğer benim dediğim doğruysa, yani bu şirketler dövize ihtiyacı olduğundan dolayı değil de sırf paraya ihtiyacı olduğundan dolayı döviz cinsinden borçlanmak zorunda kalıyorlarsa, kurlardaki bir oynama halinde sorun olabilir. Oysa bir makine getirmek için zaten dövize ihtiyacı varsa, ne yaptığını biliyordur, yani yapacağı başka bir şey yoktur, çünkü o dövizi vermedikçe o makine gelmez, o makineyi üretimde kullanır, bir şeyi halleder. O meselenin daha teknik bir yönü, ama burada sorun mali sistemin güdük kalması. Bu "güdük kalma" sözü hoş kaçmıyor biliyorum, ama biraz da şu yüzden kullanıyorum; Türkiye'de eski milli gelir serilerine göre bile mali sektörümüz karşılaştırılabilir ülkelere oranla daha zayıftı. Tabii milli gelir yeni serilere geçince, ki bence geçtiğimiz iyi oldu, daha da büyük bir rakam gösterdi, ama mali sektörün büyüklüğü aynı, dolayısıyla mali sektörümüzün Türkiye ekonomisine oranla küçük olduğunu gördük.

Tasarrufta da bir sorunumuz var, tasarruf oranlarımız da artmıyor, zaten artsa mali sektörümüz de bundan muhakkak nasibini alırdı. Böyle ciddi bir sorunumuz var, reel sektörün finansmanında döviz cinsinden borçlanma önemli rol oynuyor ve bunun nedeni bence Türk mali sisteminin bu gereksinimi karşılayacak güçte olmaması. Tamamen yok ya da tamamen güçsüz değil, ama bu güce ulaşamamış durumda. Bu yüzden de mali sektör üzerinde biraz da düşünmemiz lazım.

 

ÖM: Peki bu durumda ileriye yönelik olarak kaygılanmalı mıyız?

 

HE: "Dünyadaki bu kriz sonunda Türkiye şirketlerini nasıl etkiler?" sorusunu sormamız lazım. Bu şirketlerden bazıları ihracatçı şirketler, yani döviz cinsinden mal satıyor, bu arada finansman ihtiyacını muhtemelen sattığı firmaların da yardımıyla yurtdışından temin ediyor. Burada fazla bir sorun olacağını sanmıyoruz, olsa olsa dünyada faiz oranlarının biraz yükseldiği düşünülebilir, eskiden şu fiyata alırken şimdi biraz daha yüksek olabilir, sorun bundan ibaret. Çünkü bunun ihracat bağlantısı devam ettiği müddetçe onun finansmanını ucuz sağlaması her iki tarafın da lehine, burada bir sorun çıkmaz. Şirketlerimizin bir kısmı Türk bankalarının verdiği teminat karşılığında yurtdışından kaynak temin ediyor. Burada şöyle bir şansımız var, Türk bankaları bir çok Avrupa ve Amerika bankası gibi bu yeni, ne olduğu belirsiz araçlara yatırım yapmadı. Türkiye'de bankalar kârlılığı çok yüksek olmamakla beraber, Avrupa'dan daha iyi durumda olduğundan buna gerek yoktu. O yüzden Türk bankacılık sistemi buradan direk bir darbe almadı ve onların vereceği teminat geçerliliğini büyük ölçüde koruyor. Türkiye'deki bu siyasi karışıklıklar olayı bozabilir tabii, ama onu bir an için unutalım –unutmak eğer mümkünse- orada da yine bir maliyet artması olabilir, belki Türkiye'ye bir miktar daha az kaynak yönelebilir, yani o bankalar, Avrupa ve Amerika bankaları toplam kredilerini kısmak gereğini hissedebilirler. Yani oradan büyük bir etki gelmez. Geriye bir üçüncü grup kalıyor ki, bu ikisinin içine de girmeyenler, yani kendi gayretiyle kaynak temin edenler. Onlar biraz daha fazla etkilenebilirler, özellikle ihracatçı değillerse. Burada benim bekleyişim bu kaynakların kuruması şeklinde olmaz, bu kaynakların azalması şeklinde olur. Ancak Türkiye'nin uzun vadeli büyüme olanaklarını arttırması açısından, ilk söylediğim noktanın önemli olduğunu düşünüyorum. Türkiye'de mali sistemin sanayiye ve ticarete üretim ve ticari faaliyetlerin desteklenmesine daha çok kaynak ayıracak şekilde yeniden yapılanması, güçlendirilmesi gerekiyor. Bu emir-komuta ile olacak bir şey değil, fakat bunun düşünülmesi lazım. Aksi halde bu bizim en azından büyüme hızımızı kısıtlayabilecek bir faktör olur. Bunu söylerken biraz ileri gittiğimin farkındayım; çünkü "biz önemli reformlar yaptık, bankacılıkta bir çok sorunu hallettik" diyoruz, böyle dediğimiz bir sırada ben bunları söylüyorum. Evet bu başka bir şey, yapıdaki bozuklukları düzelttik, ama yapının büyüme hızıyla ilgili önemleri almadık. Bunu yapmamız lazım, kolay değil fakat yapılması gerekiyor. Bunun bir çok yönü var, mesela "uzun vadeli mali tasarruf bir sistemde nasıl yaratılır?" diye bir sorun var. Mesela sosyal güvenlik fonları Avrupa'da ve Amerika'da çok önemli, buna benzer kaynakların sonradan, "amacımız değişti, buna el koyduk bunlara" gibi siyasi mülahazalarla tahrip edilmeksizin devamlılığının sağlanacağı bir mekanizma olmalı. Bu çok önemli, bilirsiniz ki bu para sizde 30 yıl kalacak, o zaman 15 yıllık bir projeyi çok rahat finanse edersiniz, ama bu konuda bir kuşkunuz varsa, banka olarak veya "yarın yeni hükümet fikir değiştirir, bu paraları çeker" derseniz o zaman 15 yıllık bir projeye giremezsiniz.

 

ÖM: Merkez Bankası'nın eleştirildiği de görülüyor zaman zaman, halbuki oldukça iyi hazırlanmış, etraflı, detaylı ve sistematik bir doküman olduğunu söyledin. Peki neden eleştiriliyor Merkez Bankası?

 

Gökşen Şahin: Hatta Merkez Bankası Başkanı'nın istifası yönünde de haberler çıktı.

 

HE: Bir kere merkez bankalarının eleştirilmesi neredeyse olimpiyatlara alınması gereken bir spor dalıdır, her ülkede eleştirilir ve görevi zaten odur. Yani biraz eleştiri oklarını toplamaktır, çünkü uzun vadeli bakmak zorunda olan bir kurumdur. Hatta şöyle bir espri vardır; "ziyafetin en tatlı olduğu sırada tabakları ve bardakları toplayan adama merkez bankacı derler" diye. Bu normaldir, yani bir şey olunca hemen merkez bankası eleştirilir. Ayrıcalığı olan bir kurum, özerkliği var, para politikasını tek başına uyguluyor. Özerkliğin de bir fiyatı vardır, bu eleştiri oklarını çeker. Bu okların bazıları haklıdır, bazıları da o kadar haklı olmayabilir. Ben de eleştirilecek yerleri olduğunu düşünüyorum, mesela o Ocak'taki açıklaması yüzünden, ama Nisan'daki açıklamasına katılıyorum, bunu daha evvel söylemiştim. Dolayısıyla eleştirilecek yönleri de olabilir. Merkez Bankası Başkanı'nın istifası haberi, yanlış bilmiyorsam yalanlandı.

 

GŞ: Yalanlandı, arkasından da Maliye Bakanı "arkasındayız" gibi bir açıklama yaptı.

 

HE: O bence çok kötü olur şu ortamda, yani kimliğinden bağımsız olarak, Türkiye'nin Merkez Bankası başkanını kaybetmesi büyük bir tatsızlık olur. Zaten bir siyasi gerginlik var, bu siyasi gerginliği daha da arttığı ve işi altüst edebileceği hissi verir, siyasi gerginliğin bir başka yere sıçradığı anlamına gelir. Yani, "Merkez Bankası ile hükümet arasındaki gerginlik o kadar arttı ki Merkez Bankası Başkanı istifa etti" anlamına gelir. Bu hükümeti de çok müşkül durumda bırakır ve toparlaması da çok güç olur. Olmadığına memnun oldum. Perde arkasında ne olup bittiğini bilmiyorum tabii, ama niye istifa etsin ki? Merkez Bankası yönetimi sürekli hata yapıyorsa o zaman dersiniz ki, "evet bu yönetim bu işi götüremiyor", ama ben öyle algılamadım.

 

ÖM: Zaten yargı, yürütme vs. kuvvetler arasındaki çatışma ve gerilim had safhada iken bir de Merkez Bankası'yla gerilim çok köt olurdu doğrusu.

 

HE: Doğrusunu isterseniz ben Merkez Bankası Başkanı'nın da öyle düşüneceğini sanıyorum, bu ortamda alınganlık göstermemesi beklenir bir şey olmuşsa bile, kaldı ki Merkez Bankası'nı destekleyen resmi açıklamalar da bir sorun olmadığını söylüyor, kalanı da zaten bence çok önemli değil. Şu sıra Merkez Bankası'nın güçlü olmasında ve o gücün hükümet tarafından da desteklenir olmasında büyük yarar var. Merkez Bankası doğru da bir adım attı, faizleri arttırdı ve arttırabileceğini ima etti. Bununla şunu söylemek istiyor; "enflasyonun azmasını engelleyeceğim her ne olursa". Zaten açıklama son derece açık ve berrak; "bu işi yapmağa devam edeceğiz" diyor. Bir de ikinci bir nokta söylüyor; "Bizim tek görevimiz fiyat istikrarıdır, ama ekonominin kalanında ne olup bittiğine boşveriyor değiliz. Onları gözönüne alarak bu işi yapacağız, ama görevimiz fiyat istikrarıdır" diyor. Bu da bence tutarlı, ciddi ve açık bir çizgi.

 

(22 Mayıs 2008 tarihinde Açık Radyo'da yayınlanmıştır.)